Güneş Sistemi Nasıl Oluşmuştur?
Güneş sistemi sanıldığından farklı olarak, kapalı bir küre şeklinde değildir. Güneş, Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde bulunarak, çevresinde yapmış olduğu hareketlerle çok sayıda gök cisminin de sürüklenerek hareket etmesini sağlamaktadır. Gezegenlerden atom alt parçacıklarına hatta toz taneciklerine kadar çok sayıda cisim, bu durumdan etkilenmektedir.
Samanyolu Galaksisi içerisinde yer alan Güneş Sistemi, “Yerel Küme” olarak bilinen ve bizim galaksimizin de dahil olduğu galaksiler kümesinin bir mevdudur ve tür olarak ise çubuklu sarmal yapıdadır. Gözlemlenebilir durumda olan Kainat’ta milyarlarca bulunan gök adadan birisi olması, bu büyüklüğün anlaşılması için yeterli bir bilgidir. Samanyolu Galaksisi’ne olan uzaklığı ise 30.000 ışık yıllık kadardır. Güneş Sisteminin en önemli öğesi tabi ki Güneş’tir.
Bu sistemin en büyük ve en önemli olan bileşenidir. Genel kütlenin yüzde 99.8’lik kısmını oluşturmaktadır. Çekim kuvvetine destek veren Güneş’in ardından, kalan kütlenin yüzde 90’lık kısmını ise Satürn ile Jüpiter oluşturmaktadır. Çeşitli kaynaklara bakıldığında Güneş-Jüpiter Sistemi şeklinde bir tanımlama da görmek mümkündür. Jüpiter’in manyetik alanı ile ilgili olarak Güneş Sisteminin hemen hemen yarısına yayılmış şekilde olduğu bilinmektedir. Kepler Yasası’na uygun olarak, gök cisimlerinin hareket halindedir. Tüm gezegenler, merkezinde Güneş’in olduğu bir yörünge üzerinde hareket etmektedir. Güneş’e olan yakınlığı fazla olan gök cisimleri çok daha hızlı bir biçimde hareket etmektedir. Güneş ile Dünya arasındaki mesafe ise 149.598.000 km’dir.
Güneş Sistemi’ndeki çekim etkisi içerisinde olan 8 gezegen mevcuttur. Bu gezegenlerin şu an bilinmekte olan 166 tane uydusu vardır. 5 tane cüce gezegen ile -bunlar; Eris, Haumea, Plüton, Makemake ve Ceres- 6 adet uydusu ve diğer gökcisimleri ile milyarlarca cisimden bahsetmek mümkündür.
Gezegenleri Güneş’e olan uzaklık şeklinde bir sıralamada şu şekilde yazabiliriz: Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, ve son olarak da Neptün. Bilinmekte olan bütün yıldızlarla ilgili bir değerlendirme yapıldığında Güneş için orta büyüklükte bir yıldız olduğu yorumu yapılabilmektedir. Hem ısı hem de ışık enerjisi yaymakta olan Güneş, fotosenteze olan katkısı ile Dünya’da yaşam olmasını sağlamaktadır. Bununla beraber, Dünya’nın hava durumunu da ilk elden etkilemektedir.
Güneşi oluşturmakta olan elementlere bakıldığında; kütlenin yüzde 74’ü ve hacmin yüzde 92’si hidrojen, kütlenin yüzde 24-25 kadarını ve hacmin yüzde 7’sini helyum oluşturur. Diğer elementler ise; Mg, Si, Ne, Cr, Fe, O, Ca, Ni, S şeklinde sayılabilir. Yıldız sınıfı olarak G2V’ye dahil olan Güneş, 5.780 K yüzey sıcaklığı sahibidir. Bu da renginin beyaz olduğu anlamına gelmektedir. Renginin sarı olarak görünmesi ise tamamen Atmosferle ilgili bir durumdur. Zira, ışığın kırılması söz konusudur.
Güneş Enerjisini Nereden Alır?
Buldurmakta olduğu hidrojen çekirdekleri, hidrostatik bir denge halinde füzyonla helyuma dönüşür. Zamanla küçülme ya da genişleme olmamaktadır. Bir saniye içerisinde 600 milyon ton kadar hidrojen, helyuma dönüşür ve 4,5 milyon ton daha haf
Güneş Enerjisini Nereden Alır?
Nasıl Oluşmuştur?
Güneş Sistemi’nin nasıl meydana gelmiş olduğu hakkında, tarih boyunca çok değişik fikirler ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi de 17. Yüzyıl içerisinde yaşamış olan René Descartesortaya tarafından dile getirilmiştir. Fransız matematikçi, filozof ve bilim adamı Descartesortaya, ”burgaçlar modeli” çalışmasında gezegenlerin birbirleri ile oldukça yakın düzlemlerde döndüğünü atlamıştı. Bu nedenle fikirle ilgili heyecan kısa sürmüş oldu. Daha sonra ise 18. Yüzyıl, bir Alman filozof olan Immanuel Kant ile geçildi.
Onun görüşü ise bir Fransız çağdaşı olan astronom ve matematikçi Pierre-Simon Laplace ile örtüşmüştü. ”İlkel bulutsu modeli’ bu ikili tarafından kabul edilmekteydi. O günkü modele bakıldığında Güneş Sistemi ile ilgili olarak; çekim etkisi sonucunda büzülmüş hale gelen bir toz bulutsusu fikri hâkimdi. Bulutsu galaksinin etrafında dönme hareketi sırasında, sarmal kollardan geçiş yapılırken bu büzülme başlamıştı. Dönme hızının daha da artması ise bulutsunun bir disk şekline geldiği düşünülmüştü. Sonrasında ise merkeze Güneş gelecek bir biçimde; gezegenler ile beraber uydular; çeşitli yerel yoğunlaşmalar ardından bu disk içerisine dahil oldu.
Bu modelin çok daha gelişmiş bir hale gelmesi güncellenmiş olması, son 50 senelik dilimde çeşitli kanıtlarla birlikte, büyük bir güç kazanmıştır. Güneş Sisteminin oluşumu 4,6 milyar kadar sene önce çok büyük bir moleküler bulutun çöküşü ile meydana gelmiştir. Girdap şeklinde dönen gaz ve toz bulutu ile oluştu. Yoğunlaşma olayı ise tam da bu noktada karşımıza geliyor. Yoğunlaşmadan kasıt, gaz bulutundan gaz veya sıvı parçacıkları meydana gelmesidir. Bu çeşit bir yoğunlaşma, gezegenlerin nasıl oluştuğunu anlamak açısından önem taşımaktadır. Oluşumun devamında ise bulutsunun içinde bulunan maddeler artış gösterdi ve yoğunlaşma oldu.
Artan frekansların atomlarla çarpışmaları, neredeyse tüm kitlenin bulunduğu merkezin sıcaklığının, çevresinde dönen diske nazaran çok daha sıcak olmasını sağladı. Değişik manyetik alanlar, yapılan dönüş, küçülmeler, kütle çekimi ve gaz basıncı; çapı 200 AB olan ve kendi çevresinde dönen bir diske dönüşümü destekledi. Merkezde ise oldukça sıcak olan bir ön yıldızın oluşması meydana geldi. Patlamanın çok büyük olduğu ve eski olan gök taşlarında bazı kimyasal elementlere rastlanmaktadır.
Güneş’in de bu oluşum nedeniyle, bir yıldız kümesi dahilinde meydana geldiğinden söz etmek mümkündür. Bunun yanı sıra birkaç tane süpernova patlamasının çevresinde oluştuğu tahmini de yapılabilir. Bu yakınlarda bulunan süpernova’lardan gelmekte olan çok dalgası sonucunda, etraftaki bulutların yüksek yoğunluğa sahip olan bölgeler oluşturması ile iç gaz basıncının etkisi kırılmıştır. Bu durum da bir iç çöküşe sebep olacak kütle çekimsel kuvvetleri ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda da Güneş’in meydana geldiği tahmin edilebilir.
100 milyon kadar yıl önce, çökmüş olan bulutsunun merkezinde hidrojen yoğunluğu ve aynı zamanda basıncı sonucu ön yıldız, nükleer füzyona başlamak için uygun miktara kavuşmuştur. Bu füzyonun oluşabilmesi; hafif olan hidrojen çekirdeklerinin, ağır helyum atomlarını, birleşme sonucunda oluşturmaları gerekmektedir. Bu durum, bulutsunun merkezinde cereyan ediyordu.
Kütle çekimsel daralma karşısında termal enerji durabiliyorsa, hidrostatik dengeye ulaşmış olduğu söylenebilir. Güneş de bir yıldız olarak kabul ediliyorsa, bu durumun sonucundadır. Arta kalan gaz ve toz bulutu ile de diğer gezegenlerin oluştuğu bilinmektedir. Bu oluşumların; yoğunlaşma ve kaynaşma dönemi sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Gezegenler bulutsuluktan topaklanmaya, çeşitli çarpışmalarla ulaşmıştır. Bu çarpışmalarda ortaya çıkan 5-10 km’lik çaplar, her sene ortalama olarak 20 cm büyümelerine neden olmuştur. Birkaç milyon sene bu durumun devam ettiği söylenebilir.
Güneş Sistemi’nin İçeriği
Güneş Sistemi içerisinde bulunan maddeleri genel manada 4 farklı gruba ayırabiliriz. Hidrojen bileşenleri, hafif gazlar, metaller ve kayalar şeklinde bir sıralama yapılabilir.
Hidrojen Bileşikleri: buza dönüşmeye 150K altında buza dönüşmeye başlamakta olan; amonyak (NH3), su (H2O) ve metan (CH4) ile oluşur.
Hafif Gazlar: Helyum ve Hidrojen’den meydana gelmektedir.
Metaller: Nikel, Demir ve Alüminyum’dan oluşmaktadır.
Kayalar: Silikatlar ve yeryüzündeki maddelerden de ortaya çıkmaktadır.
Genel Bilgiler
Güneş ışık dışında; plazma adı
Güneş Sistemi’nin İçeriği
gârı’nı da uzay derinliklerine ışıma yoluyla yaymaktadır. Parçacıkların akış hızına bakıldığında ise 1.500.000 km/sa hız dikkat çekmektedir. Günküre şeklinde isimlendirilmekte olan ve Güneş Sistemi içerisine 100 AB kadar giren yoğun olmayan bir atmosferin oluşmasını sağlar. Bu durumun bir diğer adı ise “Gezegenlerarası ortam”dır.
11 yıl süren Güneş Çevrimi sonucunda, Güneş parlamaları meydana gelmekte ve koronol şekilde kütle atımları olmaktadır. Bu şekilde günküre karışmakta ve uzay içerisinde bir hava durumu oluşması gözlemlenmektedir. Güneş’in sürekli olarak dönmekte olan manyetik alanı, Güneş S
Genel Bilgiler
“günküresel akım katmanı” böylece oluşmuş olur.
Dünya’nın çevresindeki manyetik alan, Güneş Rüzgarı ile etkileşime girmekten atmosferi korumaktadır. Mars ve Venüs incelendiğinde ise manyetik alana sahip olmadıkları görülmektedir. Bu iki gezegenin atmosferi, Güneş Rüzgar’ından etkilendiği için de uzaya dağılmıştır. Güneş Rüzgarı, Dünya’nın sahibi olduğu manyetik alanla girdiği etkileşim sonucunda manyetik kutuplar bölgesinde, kutup ışıkları isimli görüntüler oluşmaktadır. Buna, Aurora’lar denmektedir. Kozmik ışınları analiz edildiğinde ise Güneş Sistemi dışından kaynaklandığı olduğu görülmektedir. Gün küre için Gün beş Sistemi’ne koruyuculuk ettiği söylenebilir. Gezegenlerin manyetik alanları için de aynı şey düşünülebilir.